Rusler gemilerini
limanda demirleyip bir hafta
sürecek resmi ziyaretlerine
başladıkları zaman, Kanada’nın
Savunma Bakanı Bill Blair basın
toplantısı yaparak Havana’da çapa
atmış Rus fırkateynine eşdeğerde ve
aynı tonajdaki “majestelerinin savaş
gemilerinden” HMCS-M. Brooke’nin
dümenini Küba’ya çevirdiğini
duyurdu.
FİLM GİBİ…
HMCS (His Majesty’s Canadian
Ships) sıralamasında en modern
savaş oyuncağı olan bu gemi yakın
zamanda hizmete girmişti ve ilk
Küba ziyaretini de bu nedenle
yapmış olacaktı. Bilindiği gibi
Kanada’nın askeri gücü Britanya
Kralı 3. Charles’a bağlılık yemini
etmiştir; HMCS unvanı buradan
gelir.
Nitekim 13 Haziran’da
Kanada’nın savaş gemisi de resmi
misafir olarak Havana açıklarında
kendine bir yer beğendi, Rusları
gözleyecek şekilde demir attı. Aynı
zamanda ABD’nin USS Helena
isimli denizaltısı da Amerikan
donanmasını temsilen ve “İngiliz
kuzeni” Kanada savaş gemisine
eşlik etmek için bölgeye geldi.
1949’da kurulmuş
NATO (Kuzey Atlantik
Antlaşması Teşkilatı)
kontrolünde bir okyanus
sayılabilecek Atlantik’te
Rusya’yı yakın takibe
aldıklarını açıklaması
üzerine gözler Kanada’nın başkenti
Ottowa’daki federal hükümete
çevrildi.
Askeri harekât ve casusluk
filmlerine yakışır bir manevraydı
sanki. Sinemada seyredilesi bir şey.
Hiç kuşkusuz Rusların Küba’ya
gelişlerinde bir tehlike yoktu,
nihayetinde herkes herkese konuk
olarak gider. Bu da sıradan bir
ziyaretti… Amerikan 6. Filosu nasıl
İstanbul’a geliyorsa öyle bir şey. Ne
var ki Kanada hükümeti “Amerika
kıtası çevresindeki denizlerde ve
havada güvenilir bir askeri varlık
bulundurmayı NATO üyesi olmakla
taahhüt ettiğini” hatırlatıyor,
“Bölgemize gelen yabancı aktörler,
silahlı kuvvetlerimizin Kanada’nın
çıkarlarını koruma görevini yerine
getirdiğini -böylece- göreceklerdir”
diye açıklama yapıyordu.
İLK ZİYARETİ DEĞİLDİ
Bir hükümet böyle açıklayınca
muhalefet ne güne dursun, hemen
veryansın etti. Ortanın solundaki
Liberal Parti’nin kabinesine muhalif
Muhafazakâr Parti, donanma
göndermenin gereksiz masraftan
başka bir şey olmadığını savundu;
kesinlikle bir şey söylenmeliydi,
söylendi.
Bu, 1945’ten beri, üstelik faşist
diktatör Batista rejimine karşın
Küba’yla diplomatik ilişkisi
olan Kanada’nın donanmasıyla
sosyalist ada ülkesine ilk ziyareti
değildi elbette.
Dahası 1962’deki dünyayı bir
nükleer savaşın eşiğine taşıyan
Sovyet füze krizinde hem NATO
üyesi hem de ABD’nin en yakın
müttefiki olarak Kanada aktif
rol oynamıştı. ABD’nin Küba
ambargosuna Kanada’nın
katılmaması bir bakıma danışıklı bir
ilişkinin varlığını da gösteriyordu;
Küba’yı büsbütün izole etmemek
ve böylece Sovyet-Rus, hatta Çin’in
rotasına sokmamak üzere Kanada
ticaret ve sivil ilişkiler açısından
açık kapı oldu.
Bugün halen “snow-bird” diye
bildiğimiz kara kıştan kaçıp
romatizmalarını ısıtmak isteyen
hali vakti yerinde orta sınıf üstü
Kanadalı emeklilerin tercih ettiği bir
yer olarak Küba, liste başında yer
alıyor.
Liverpool’dan buraya göç etmiş
komşum Mr. Harold da birkaç
defa Küba’ya puro tüttürmeye
gidenlerden. Ayaküstü konuşup bu
yazıdan bahsedince Havana-Ottowa
ilişkisine Ukrayna açısından dikkat
etmemi de önerdi. Güzel ancak
yazının son lakırdısını Ukrayna
savaşında bulması zor. Ukrayna’da
Rus askerleriyle birlikte savaşan
Kübalılardan söz etmeye kadar
uzar. Bense Küba deyince akıllara
gelen bir romanı son söz yapmayı
isterdim.
BİR CASUSLUK PARODİSİ
İngiliz romancı Graham
Greene’nin 1958’de yayınlanmış
“Havana’daki Adamımız” başlıklı
romanı muhteşem bir casusluk
parodisi olarak unutulmazdır.
Havana’da elektrikli süpürge
satıcısı bir İngiliz olan Bay
Wormold’un uyduruk bilgiler icat
ederek bunları CIA’ya satmaya
kalkışması, bu bilgilerin de
ciddiye alınmasıyla kurgulanmış
kara mizah türünün eşsiz romanı
1959’da, üstelik daha Batista
iktidardayken Havana’da filme
çekilmişti.
Filmde Wormold’un peşinde
olan Kübalı polis şefiyle satranç
oynadığı sahne hayli ilginçti.
Bildik satranç taşları yerine
minik içki şişeleri diziliydi ve her
hamleyi yapan bir diğer taşı alınca
bu içkiyi içecekti, Wormold bu
kuralı koymuştu oyun başlarken.
Wormold bilerek yeniliyordu!
Sonunda polis şefi zom olup
sızınca sahtekâr casus sırra kadem
basacaktı.
Kanada ve ABD donanma
gemilerinin Rus gemileri peşinde
dolaşmasının satrançta “şah
çekmeden veya taş yemeden ancak
gelecekteki bir tehdidin varlığını
hissettiren sakin hamle” kuralına
benzediğini düşündüm ve bunu
usta bir oyuncu olan Mr. Harold’a
söyledim. Sanki biraz da bunu nasıl
akıl edemediğine hayıflanarak
“Evet, yazıyı böyle bağlamak iyi
olur” dedi, bir lakırdı yenilgisine
uğramış gibiydi.
Oysa satranç oynadığımızda sıkça
yenilen ben olurum. O sırada aklım
bir başka yazıdadır da ondan!